11 Nisan 2008 Cuma

Çevre Kirliliği ve Alınacak Önlemler

Çevre kirliliği veya kirlenmesi; bütün canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen, cansız çevre öğeleri üzerinde yapısal zararlar meydana getiren ve niteliklerini bozan yabancı maddelerin; hava, su ve toprağa yoğun bir şekilde karışması olayıdır.. Veya Çevre kirliliği, ekosistemlerde doğal dengeyi bozan ve insanlardan kaynaklanan ekolojik zararlardır...

ÇEVRE VE SAĞLIĞIMIZ:

Bütün canlıların uyum içinde yaşadıkları alana doğal çevre denir. Tabiattaki bütün canlılar çevremizdeki diğer varlıklarla uyum içinde hayatlarını devam ettirirler. Canlılar ile canlı varlıklar arasında canlılar ile cansız varlıklar arasında bir madde alış-verişi ilişkisi ve uyumu mevcuttur.

Örneğin,ormanlarda tüm bitki,hayvan ve mikroskobik canlılar uyum içinde yaşar.Çevreyi oluşturan canlı halkalardan birinin yok olması,diğer canlıların olumsuz etkilenmesine neden olur. (Besin zinciri)

Örneğin,ormanların yok olmasının çevreye çeşitli etkileri vardır;

* Ormanda yaşayan canlı türleri yok olur.
* Hava kirliliği artar.
* Yağışlar azalır.
* Erezyon artar.
İNSANLARIN ÇEVREYE ETKİLERİ

Kullandığımız yakıtlardan kül ve zehirli gaz gibi atıklar açığa çıkar. Baca ve egzozlardan çıkan zehirli gazların birleşmesi sonucu asit yağmurları oluşur.

Asit yağmurları temas ettiği bitki örtüsünün yok olmasına,insanlarda deri ve akciğer hastalıklarına neden olur. Çevre kirliliğini azaltmak için yüksek kalorili,kül ve zehirli gaz çıkışı az olan yakıtlar kullanılmalıdır. (doğal gaz,taş kömürü...) Deniz kazaları ile denize dökülen petrol,su üzerine yayılır. Su üzerine yayılan petrol kısa sürede temizlenmediğinde suyun güneş ışığı ve hava ile temasının kesilmesine neden olur. Bu olay suda yaşayan canlıları olumsuz etkiler.

ATIK ÇEŞİTLERİ

Çevreye atılan ve doğal dengeyi bozan zararlı maddelere atık denir. Kağıt,bitki kalıntıları,sofra artığı,hayvan leşleri ve doğal gübre gibi organik (canlı kökenli) atıklar mikroorganizmalar tarafından parçalanarak yeniden tabiata kazandırılır. Fakat bu atıklar, çevreye atıldığında mikropların üremesine de uygun ortam oluşur.

Cam şişe,teneke kutu,petrol,plastik,pet şişe,deterjan,tarım ilacı ve pil gibi maddeler tabiatta kalıcı kirliliğe neden olur.

Kalıcı kirliliğe neden olan atık maddelerin rasgele çevreye atılmaması ve sanayide yeniden kullanımı sağlanmalıdır. Cam,kağıt,teneke,pil ve plastik sanayide yeniden kullanılır.

KİRLİLİKTEN ETKİLENENLER

1-)SU
2-)HAVA
3-)TOPRAK

Kaynak: http://www.suyla.com

Su Kaynaklarının Kirlenme Nedenleri

Yaşamımızda çok önemli bir yeri olan ve yeryüzünün büyük bir bölümünü oluşturan "su"yun çeşitli nedenlerle kirlendiği bilinmektedir.

Yeryüzündeki su kaynaklarının zamanla azalması, dünya nüfusunun giderek artmasına bağlı olarak su tüketiminin artması ve daha da önemlisi suların ve su kaynaklarının çeşitli nedenlerle kirlenmesi yaşamımızı giderek zorlaştırmaktadır.Yeryüzündeki sular, güneşin sağladığı enerji ile birlikte sürekli bir döngü içinde bulunurlar. İnsanoğlu, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, suyu bu doğal döngüden alır ve kullandıktan sonra tekrar aynı döngüye geri verir. Bu doğal süreç sırasında suya karışan her türlü zararlı madde suyun fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerini değiştirerek "su kirliliği"ne sebep olur. Su kirliliğine neden olan unsurları genel olarak dört ana başlık altında toplamak mümkündür: Bunlar sırasıyla,

Nüfus artışı

Kentleşme

Sanayileşme

Tarımsal mücadele ilaçları ve kimyasal gübreler.

Yukarıda belirtilen dört ana başlık içerisinde yer alan endüstriyel ve kentleşmenin önemi tartışılmazdır. Endüstri kuruluş atıklarının arıtılmadan akarsulara verilmesi veya bu atıkların toprağa gömülmesi sonucu bu atıklar yağmur sularına karışarak yeraltı sularının kirlenmesine sebep olabilmektedir.

Enerji santralleri, çelik, kağıt ve araba fabrikaları gibi büyük endüstriyel kuruluşlar, çevreye zararlı maddeler açığa çıkaran önemli kuruluşların başında gelmektedirler. Özellikle büyük şehirlerde kurulan sanayi fabrikalarının sıvı ve katı atıklarının da su kirliliğine neden oldukları bilinmektedir. Ayrıca, sanayileşmenin gelişmesi ile şehirlere göç olayı daha da hızlanmış, bunun sonucunda da hızlı ve düzensiz şehirleşme ortaya çıkmıştır. Şehirlerdeki nüfus artışı ve buna bağlı olarak kentleşmenin yarattığı atıkların artış göstermesi, tarımsal mücadele ilaçlarının ve kimyasal gübrelerin bilinçsizce ve kontrolsüz kullanımı da göz önüne alındığında "su kirliliğine" etki eden unsurların önemi ortaya çıkmaktadır.

Su kirliliğinin önemli bir başka nedeni olan evsel atıklarda bulunan "sert (biyolojik parçalanmaya dayanıklı) deterjan" kalıntılarının doğal su kaynaklarının kirletilmesinde önemli payı olduğu bilinmektedir. Deniz ve göl kenarı gibi ortamlara yakın kurulan büyük şehirlerde evsel atıkların fazlalığı göz önüne alınırsa, kirlenmenin buralarda önemli boyutlarda yaşandığı açıkça görülebilir.

Su kirliliğini oluşturan diğer etmenlerin başında lağım suları, petrol atıkları ve nükleer atıklar, kimyasal kirleticiler ve tarımda verimi artırma amacıyla kullanılan doğal ve yapay maddeler, tarım ilaçları ve radyoaktif atıklar yer almaktadır. Bu atıklar arıtılmadan su ortamlarına boşaltıldıklarında ya da bu atıklarla kirlenen topraklardan sulara taşındıkları zaman su kirliliğine neden olurlar.

Özellikle tarımsal alanlarda üretimi artırmak amacıyla kullanılan kimyasal gübreler, böceklerle savaşmakta kullanılan bir takım kimyasal zehirler yağmur suları ile toprak altına geçerek yeraltı sularının kirlenmesine sebep olabilmektedirler.

Kaynak : http://www.suyla.com

10 Nisan 2008 Perşembe

Çarpık Şehirleşme

Sanayileşme ve şehirleşme, çevre sorunlarının ortaya çıkışında iki temel etken olarak ortaya çıkmaktadır. Zira, “endüstri kenti, barındırdığı nüfus açısından tarihin en kalabalık kenti olmuş, aşırı nüfus yığılmaları çevreyi bozucu etkiler doğurmuştur.”

Bugün dünya nüfusunun %50’den fazlası şehirlerde yaşamaktadır. Bu nüfusun büyük bir kısmı genel olarak alt yapı hizmetlerinin olmadığı kalabalık ve sağlıksız kenar gecekondu semtlerinde yaşamaktadır. Tabiî çevrenin ortadan kalktığı; aşırı kalabalık ve gürültülü şehir hayatı beden ve ruh sağlığını büyük ölçüde etkilemektedir. Kompleks ve sağlıksız hayat şartlarına bağlı olarak alkolizm, ilâç tutsaklığı, uyuşturucu alışkanlığı, psikolojik bozukluklar, intiharlar, cinâyetler, kazalar, enfeksiyon hastalıkları artmaktadır. Yoğun araç trafiği; gürültü, hava kirliliği, stres, yorgunluk... gibi etkileriyle başlı başına şehirleşmenin önde gelen bir sorununu oluşturmaktadır. Prof. Dr. Rasim Adasal modern hayat durumlarına ve koşullarına bağlı bu bozuklukları toplum hastalıkları ve çağdaş medenîyet hastalıkları olarak isimlendirmektedir. Dahası trafik kazalarıyla her yıl milyonlarca kişi yaralanıp, sakatlanmakta ve, 300 bin kadar kişi de bu kazalarda ölmektedir.

Çevre sorunları ve kirliliğinin bu sayılanlardan ibaret olmadığı açıktır. Bu nedenle her gün yeni kirlilik kavramları literatüre girmektedir: Siyasî kirlenme, dilin kirlenmesi, Ahlâkî kirlenme vs. İnsanlar sadece temiz bir çevreyi özlemiyorlar. Temiz bir çevreyle beraber, temiz bir ahlâk, temiz bir dil ve temiz bir siyaseti de özlüyorlar. Başka bir ifadeyle hem insanlarla ve hem de doğayla olan ilişkilerimizde temizin ve temizliğin nitelendirdiği yeni bir ilişkiler ağını talep ediyorlar.

Tüm bunlardan ötürü yeni bir çevre ahlâkının geliştirilmesi ve sorumluluk şuurunun yerleştirilmesi bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yeni anlayışa göre, insanın yalnız kendine karşı değil; aynı zamanda diğer canlılara, cansız varlıklara ve hatta gelecek nesillere karşı da sorumlulukları ve görevleri yeniden belirlenmeli ve vurgulanmalıdır. İnsan kendini tabiatın yağmacısı değil onu muhafaza ve geliştirmekle görevli bir emanetçi kabul etmelidir. Ünlü Rus yazar ve düşünürü A. Soljenistin’in dediği gibi:

İhtiyaçlarımızı sınırlandırmanın zamanı geldi. Fedakârlık ve feragat göstermekte güçlük çekiyoruz; çünkü siyasal, kamusal ve özel hayatlarımızda kendimizi tutma, gemleme denilen altın anahtarı çoktan okyanusun dibine düşürdük. Ne var ki, özgürlüğüne kavuşan kişinin atacağı en birinci ve en akıllı adım budur. Özgürlüğü kazanmanın en emin yolu da budur. Dış olayların bizi buna mecbur etmesini, hatta bizi alt etmesini bekleyemeyiz.

Bununla beraber unutulmaması gereken önemli bir nokta ise, toplumun ve çevrenin sağlıklı olması için insanların gıda, su, mesken, ulaşım ve iş gibi temel ihtiyaçlarının ekonomik şekilde halledilmesi gerekir. Ne yazık ki günümüz dünyası çok zengin küçük bir grupla (Kuzey), fakir olan büyük bir kitleye (Güney) ayrılmış haldedir. Yaşama ve ayakta kalma mücadelesi veren insanlardan çevre bilinci beklemek aşırı bir iyimserlik olur.

Kimyasal Atıklar

Günlük hayatımızda çokça karşılaştığımız çevre sorunlarının birçoğu kullandığımız bazı kimyasal ürünlerden kaynaklanmaktadır. Zira bilim ve teknolojinin sadece faydacılık anlayışı ile gelişmesi ekolojik sistemi tahrib etmekte, çevreye de sürekli şekilde yeni kimyasal maddeler sağlamaktadır. Kimyasal maddelerin aşırı üretimi ve tüketimi sonucu bugün artık kimyasal bir kaos yaşanmaktadır. Üretimi yapılan kimyasal bileşik sayısının 65 milyonu bulduğunu biliyoruz. Pek çok kimyasal madde, tehlikesinden habersiz olarak evlerimize; iş yerimize, gıdalarımıza ve vücudumuza girmekte; çevreye ve canlılara etkileri araştırılmaksızın kötü etkilerini sürdürmektedir.

Endüstri ve kozmetik sanayiinde geniş çapta kullanılan florokarbon gazı, atmosferin koruyucu ozon tabakasını zayıflatmaktadır. Asbest liflerin uzun süre kullanımı çalışanlarda kanser oluşumuna neden olmuştur. Zararsız zannedilmiş olan analjezik ilaçların fazla kullanımı sonucu bu ilaçların böbrek yetmezliğine yol açtıkları görülmüştür. Geçmişte thalidomide adlı ilacın kullanılması kolsuz, bacaksız bebeklerin doğmasına neden olmuştur. Tarımda çok fazla tabiî ve sun’î gübre kullanımı zemin sularının kimyasal kirlenmesine neden olmaktadır.

Kısacası, çevremizde ne kadar çok kimyasal madde varsa sağlığımız o ölçüde tehlikeye girmektedir. Özellikle atık suların nehirlere, göllere ve denizlere boşaltılması çok dramatik çevre sorunlarına neden olmaktadır. İzmit ve İzmir Körfezleri ile, yakın zamanlarda Sakarya nehrinde yaşanan kirlenmeler bunun en canlı örnekleri olarak zikredilebilir. Endüstriyel atık suların içerisinde bulundurdukları toksit maddeler, sudaki canlı yaşamının kısa sürede tükenmesine yol açmakta ve ekosistemi felç etmektedir. Ayrıca içme sularına karışmalarıyla önemli sağlık sorunlarına yol açtığını yukarıda belirtmiştik.

Ozon Tabakasının İncelmesi

Sanayileşmiş ülkelerde yeryüzü kaynaklarının kontrolsüz harcanması sonucu ozon tabakasının tahribi, asit yağmurları, sera tesiri, hava, kara ve denizlerin kirlenmesine, ormanların ve tarım alanlarının azalması hayat alanını giderek daraltmaktadır.

Ozon tabakasının incelmesinin başlıca tehlikesi cilt kanserlerinin artmasıdır. Sera etkisinin temel nedeni ise petrol ve kömür gibi fosil yakıtların kullanımıdır. Bu durumunun zamanla oluşturabileceği muhtemel neticeler arasında atmosfer ısısının artması, buzulların erimesiyle deniz seviyelerinin yükselmesi, karaların azalması, kuraklık ve dolayısıyla gıda kıtlığı tehlikesi sayılabilir.

Ayrıca, inşaat materyali, sentetik malzemeler içeren mefruşat ve çeşitli tüketim ürünlerinin (boya kâlemleri, inceltiler, cila, vernik...) içerdikleri bileşikler ev içi havasını kirleterek sağlık açısından zararlar oluşturabilmektedir. Asbest ve kurşun içeren boyalar bilhassa sağlık açısından tehlikeli olmaktadır.

Toprak Kirlenmesi ve Erozyon

Gezegenimizdeki hayatın bir diğer kaynağı ise topraktır. Toprak kirliliğiyle, “çevrenin bir bileşeni olan toprağın, insanlar tarafından özümleme kapasitesinin üzerindeki miktarlarda, çeşitli bileşikler ve toksik maddeler ile yüklenmesi sonucunda anormal fonksiyonlar göstermesini” anlıyoruz.

Toprak bitki örtüsünün beslendiği kaynakların ana deposudur. Toprağın üst tabakası insanlarla birlikte diğer canlıların da beslenmesinde temel kaynaktır. “Dünyanın üst derisi” olarak da anılan, “toprağın üst tabakası”nın önemi sanıldığından büyüktür. Toprak kayması ve erozyonla yok olan üç santim toprağın yeniden oluşması yüzyıllar sürebilir. Özellikle erozyon sonucu ülkemizin çok verimli toprakları yok olmaktadır. Ülkemizin topraklarını tehdit eden erozyon felâketi, içinde bulunduğumuz son yüzyılda artarak devam ediyor.

Erozyon sonucu her yıl yaklaşık 500 milyon ton verimli toprağımız akarsularla ve rüzgârlarla denizlere veya başka ülke sınırlarına taşınıyor. Bu rakamın büyüklüğünü kamuoyuna daha çarpıcı bir şekilde ifade edebilmek için bilim adamları, her yıl erozyonla yitirilen toprağın, Kıbrıs adası büyüklüğünde ve 20 cm. kalınlığında bir kitle oluşturduğunu vurguluyorlar.

Üstelik erozyonun, toprağın verimliliğini sağlayan, mikroorganizmalarını barındıran, besin maddesi sağlayan çok değerli hayatî kısmını taşıdığını düşünürsek, önümüzdeki yıllarda ülkemizi ne kadar ciddî bir beslenme sorununun beklediğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Yok olan toprağın geri kazanımı ise -şimdilik- mümkün görülmemektedir.

Özellikle erozyonun neden olduğu toprak kaybını vurgulamak gerekmektedir. Erozyon, toprağın suyu tutabilme yeteneğini azaltır, besleyiciliğini tüketir, köklerin tutunabileceği derinliği de kısaltır. Toprak verimi düşer. Erozyona uğramış üst toprak nehirlere, göllere, rezervuarlara taşınır; limanlara su yollarına çamur yığar, su depolama kapasitesini azaltır, sel olaylarını sıklaştırır.

Bitkiler ve hayvanlar birbirini toprağın üst tabakasına dayanarak besler. Bitkiler hayvanların yaşaması için gerekli oksijen ve su buharını sağlar. Ayrıca bitkiler, insanlarla birlikte tüm canlıların ihtiyacı olan güneş enerjisini toplar.

Dahası toprağa aşırı miktarda verilen kimyasal gübreler ve diğer endüstriyel atıklar, toprak ile birlikte suların doğal yapısını bozmaktadır. Diğer yandan ise, sanayi kuruluşlarının çok geniş alanlara yayılması yüzünden tarıma elverişli toprakların hızla azaldığı görülmektedir.

Yeryüzündeki her canlı hayatını sürdürebilmek için, başka canlılara dayanır. İnsanlar da varlıklarını sürdürebilmek için diğer canlılara muhtaçtır. Bu yüzden, insanlığın varlığının devam edebilmesi için, önce havaya ve suya, sonrada toprağa ihtiyaç vardır.

Suların Kirlenmesi

Hava gibi su da hayat için vazgeçilmez bir yer ve öneme sahiptir. Dünyanın yaklaşık olarak, dörtte üçü sularla kaplıdır. Dünyadaki suların yalnızca %3’ü tatlı su, geri kalanı ise tuzludur. Tatlı suların büyük bir kısmı da dağ doruklarında kar ya da kutuplarda buz halindedir. Suların kullanılmaz hale gelmesi, hayatın kaynağının kuruması, canlı hayatın yok olmasıdır.

Su kaynaklarının kullanılmasını bozacak veya zarar verecek derecede niteliğini düşürecek biçimde suyun içerisinde organik, inorganik, radyoaktif ve biyolojik herhangi bir maddenin bulunmasına su kaynaklarının kirlenmesi denilmektedir.

Başka bir ifade ile, sanayi artıklarının ve kanalizasyon sularının deniz, göl ve nehirlere karışması suların özelliklerini, kalitesini büyük ölçüde yok etmektedir. Suyun kalitesi, rengi ve kokusunun değişiminin ise sulardaki canlı hayatı etkilediği görülmektedir. Bunun sonucu olarak da sularda yaşayan canlıların türü ve sayısı her gün giderek azalmaktadır.

Eskiden kaynak veya nehir suları her birkaç kilometrede kendi kendini temizleyerek kirlilik sorununu tabiî bir şekilde çözüyordu. Bugün ise nehirler kaynağından denize döküldüğü koylara gidinceye kadar sürekli kirlenmekte ve kendi kendine doğal olarak temizlenmesi mümkün olamamaktadır.

Su kirlenmesinde sanayi kuruluşlarının etkisi büyüktür. Sanayi işletmeleri üretim teknolojisinin bir gereği olduğu kadar, üretimdeki maliyetleri de minimuma indirebilmek için, su kaynaklarına ve kentlere yakın yerlerde kuruluyor. Fabrikaların kuruluş yeri seçimine etki eden çok sayıda unsur varsa da en önemli olanlar hammadde kaynakları ile pazara olan yakınlıktır. Öte yandan, kağıt ve kimyasal madde üretimi de petrol gibi sanayilerin göl ya da deniz kenarlarında kurulması, üretim maliyetlerini büyük ölçüde düşürmektedir. Ancak sanayi işletmelerinin denizlerin ve göllerin yakınında kurulmasının bir sonucu olarak denizler ve göller hızla kirlenmekte, ayrıca bu sularda yaşayan canlı sayısı da hızla azalmaktadır.

İzmir, İzmit ve Gemlik körfezleri artık canlıların yaşaması için elverişli değil. Bursa, İstanbul ve İzmit çevresinde ise tarımsal üretimin durma noktasına geldiği görülmektedir. Bunlar ülkemizdeki çevre kirlenmesinin boyutlarını gösterme açısından önemli örneklerdir.

Dünyadaki mevcut su miktarı yaklaşık 1400 km3’tür. Bu ne azalır, ne de çoğalır. Ayrıca teorik olarak, dünya tatlı su kaynakları bugünkü nüfusunun çok daha fazlasının ihtiyaçlarını karşılayacak güçtedir. Ancak birbirinden farklı olarak suların dağılımı, yağışlar, nüfus yoğunluğu, arazi seviyesi ve son olarak su kirlenmeleri sonucu birçok ülkede su kıtlığına neden olmaktadır.