10 Nisan 2008 Perşembe

Çarpık Şehirleşme

Sanayileşme ve şehirleşme, çevre sorunlarının ortaya çıkışında iki temel etken olarak ortaya çıkmaktadır. Zira, “endüstri kenti, barındırdığı nüfus açısından tarihin en kalabalık kenti olmuş, aşırı nüfus yığılmaları çevreyi bozucu etkiler doğurmuştur.”

Bugün dünya nüfusunun %50’den fazlası şehirlerde yaşamaktadır. Bu nüfusun büyük bir kısmı genel olarak alt yapı hizmetlerinin olmadığı kalabalık ve sağlıksız kenar gecekondu semtlerinde yaşamaktadır. Tabiî çevrenin ortadan kalktığı; aşırı kalabalık ve gürültülü şehir hayatı beden ve ruh sağlığını büyük ölçüde etkilemektedir. Kompleks ve sağlıksız hayat şartlarına bağlı olarak alkolizm, ilâç tutsaklığı, uyuşturucu alışkanlığı, psikolojik bozukluklar, intiharlar, cinâyetler, kazalar, enfeksiyon hastalıkları artmaktadır. Yoğun araç trafiği; gürültü, hava kirliliği, stres, yorgunluk... gibi etkileriyle başlı başına şehirleşmenin önde gelen bir sorununu oluşturmaktadır. Prof. Dr. Rasim Adasal modern hayat durumlarına ve koşullarına bağlı bu bozuklukları toplum hastalıkları ve çağdaş medenîyet hastalıkları olarak isimlendirmektedir. Dahası trafik kazalarıyla her yıl milyonlarca kişi yaralanıp, sakatlanmakta ve, 300 bin kadar kişi de bu kazalarda ölmektedir.

Çevre sorunları ve kirliliğinin bu sayılanlardan ibaret olmadığı açıktır. Bu nedenle her gün yeni kirlilik kavramları literatüre girmektedir: Siyasî kirlenme, dilin kirlenmesi, Ahlâkî kirlenme vs. İnsanlar sadece temiz bir çevreyi özlemiyorlar. Temiz bir çevreyle beraber, temiz bir ahlâk, temiz bir dil ve temiz bir siyaseti de özlüyorlar. Başka bir ifadeyle hem insanlarla ve hem de doğayla olan ilişkilerimizde temizin ve temizliğin nitelendirdiği yeni bir ilişkiler ağını talep ediyorlar.

Tüm bunlardan ötürü yeni bir çevre ahlâkının geliştirilmesi ve sorumluluk şuurunun yerleştirilmesi bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yeni anlayışa göre, insanın yalnız kendine karşı değil; aynı zamanda diğer canlılara, cansız varlıklara ve hatta gelecek nesillere karşı da sorumlulukları ve görevleri yeniden belirlenmeli ve vurgulanmalıdır. İnsan kendini tabiatın yağmacısı değil onu muhafaza ve geliştirmekle görevli bir emanetçi kabul etmelidir. Ünlü Rus yazar ve düşünürü A. Soljenistin’in dediği gibi:

İhtiyaçlarımızı sınırlandırmanın zamanı geldi. Fedakârlık ve feragat göstermekte güçlük çekiyoruz; çünkü siyasal, kamusal ve özel hayatlarımızda kendimizi tutma, gemleme denilen altın anahtarı çoktan okyanusun dibine düşürdük. Ne var ki, özgürlüğüne kavuşan kişinin atacağı en birinci ve en akıllı adım budur. Özgürlüğü kazanmanın en emin yolu da budur. Dış olayların bizi buna mecbur etmesini, hatta bizi alt etmesini bekleyemeyiz.

Bununla beraber unutulmaması gereken önemli bir nokta ise, toplumun ve çevrenin sağlıklı olması için insanların gıda, su, mesken, ulaşım ve iş gibi temel ihtiyaçlarının ekonomik şekilde halledilmesi gerekir. Ne yazık ki günümüz dünyası çok zengin küçük bir grupla (Kuzey), fakir olan büyük bir kitleye (Güney) ayrılmış haldedir. Yaşama ve ayakta kalma mücadelesi veren insanlardan çevre bilinci beklemek aşırı bir iyimserlik olur.

Hiç yorum yok: